1 Petrus 2

2:1   Mesih inanlıları göksel hayatın ortakları olduklarına göre, aşağıda belirtilen sevgisiz davranış örneklerini terk etmelidirler:
Kötülük – Başka bir kişiyi hedef alan her çeşit kötü düşünceler. Kötülük kini besler ve başka birine zarar ya da yıkımın gelmesini umut eder. George Washington Carver bir zenci olduğu için üniversiteye alınmamıştı. Yıllar sonra birisi ona bunun hangi üniversite olduğunu sorduğu zaman o büyük bir serinkanlılıkla, “Boş ver, artık hiç önemli değil” diye yanıt verdi. Carver içinde kötü düşüncelerin oluşmasına ve acılık yaratmasına izin vermemişti.

Hile (Düzenbazlık) – Güvenilirlik ve dürüstlüğün karşısındaki her çeşit davranış. Eksik vergi beyanından tutun da, sınavlarda kopya çekmek, yaşını birkaç yaş küçük söylemek, memurlara rüşvet vermek ve çalışma hayatında karanlık işlere bulaşmak gibi şeyler buna örnek olarak gösterilebilir.

İkiyüzlülük – Samimi olmamak, yapmacık davranmak. İkiyüzlü kişiler, kendi içyüzünü göstermeyip başka birisiymiş gibi davranan, ama gerçekte öyle olmayan tiyatro oyuncularına benzerler. Bu kişiler kendi evlerinde karısı ve çocuklarıyla kedi köpek gibi birbirlerini yedikleri halde, çevrelerine mutlu bir aile babası gibi görünürler. Pazar günleri kiliseye giderek kendilerini gayet ruhsal biri olarak gösterir, ama haftanın diğer günlerinde tamamen bedensel ve dünyasal bir hayat yaşayarak günah içerisinde yüzmeye devam ederler. Bencil ve çıkarcı oldukları halde, başkalarıyla ve onların ihtiyaçlarıyla ilgileniyormuş gibi görünürler.

Kıskançlık – Çekememezlik. W.E. Vine, bunu diğerlerinin kazançlarını ya da zenginliklerini görmekten ya da duymaktan kaynaklanan rahatsızlık duygusu olarak tanımlıyor. İsa’yı ölüme mahkûm etmesi için O’nu Pilatus’un eline teslim ettiren unsur, başkâhinin kıskançlığıydı (Mat.27:18). Kıskançlık bugün de öldürmeye devam etmektedir. Kadınlar komşularını bir takım nedenlerden dolayı kıskanabilirler. Örneğin, komşularının ev ve bahçeleri kendilerininkinden daha güzel olabilir, daha şık elbiseler giyebilir ya da evlerinde daha iyi yemekler pişebilir. Bir erkek ise komşusunun yeni aldığı arabadan ya da takım elbisesinden övgüyle söz edebilir. Oysa onun asıl düşündüğü şudur: “Ben ona gösteririm. Onunkinden daha iyisini, daha güzelini alayım da görsün bakalım.”

İftira (Çekiştirme) – Bir kimse hakkında doğru olmayan iddialarda bulunmak, saygınlığını zedeleyecek şekilde konuşmak. İftira, başka birisine çamur atmakla kişinin kendisini daha temiz gösterme çabasıdır. İftiralar kendisini çeşitli şekillerde gösterebilir. Örneğin, birisi şöyle diyebilir: “Evet, o aslında çok iyi, çok hoş bir insandır, ama şu hatası var ki…” ve sonra alır bıçağı eline ve o kişinin sırtına saplamaya başlar. Ya da bu iftira kendisini dinsel bir biçimde şöyle gösterebilir: “Sana sadece dua edesin diye söylüyorum. Falanca kardeşin neler neler yaptığını biliyor muydun?” der ve sonra da o kişiyi arkasından vurur.

Bütün bunlar, “Komşunu da kendin gibi seveceksin!” şeklindeki temel buyruğun çiğnenmesidir. Bu nedenle, Petrus’un bizi bunlardan kararlılıkla kurtulmaya çağırmasına şaşırmıyoruz.

2:2   Yeniden doğuşumuzun gerektirdiği ikinci bir zorunluluk da hilesiz sütü andıran söze özlem duymamızdır. Bir önceki ayette sıralanan günahlar ruhsal büyümeyi engellemekte, oysa Tanrı’nın katıksız sözü ruhsal büyümeyi daha çok besleyerek hızlandırmaktadır.

Yeni doğmuş bebekler terimi, Petrus’un okuyucularının Rab’be yeni gelmiş imanlılar olduğu anlamına gelmez. Bu kişiler uzun bir süre önce Rab’be gelmiş olabilirler. Ama imanda ister genç ister yaşlı olsunlar, tıpkı yeni doğan bebeklerin ana sütünü arayıp özledikleri gibi, kendileri de Tanrı sözünü arayıp özlemelidirler. Sağlıklı bir bebeğin süte duyduğu özlemi, bebeğin sabırsızlığına ve kararlı bir şekilde sütü emip yutmasına bakarak anlayabiliriz.

Bir imanlı, ruhsal olarak ancak hilesiz sütü andıran Tanrı sözü ile büyüyebilir. 1 Ruhsal büyümenin ulaşabileceği son nokta, Rabbimiz İsa Mesih’e benzer olmaktır.

2:3   Çünkü Rab’bin iyiliğini tattınız. Hilesiz ruhsal süte susamak için ne büyük bir neden! Eski çevirideki, “tattınızsa” kelimesi, herhangi bir şüpheyi dile getirmez; çünkü burada şöyle diyor: Biz tattık ve Rab’bin iyi olduğunu gördük (Mez.34:8). İsa’nın bizim uğrumuza kurban olması, Tanrı’nın açıklanamaz iyiliği ve sevgisinden kaynaklanmıştı (Tit.3:4). O’nun iyiliğinden şimdiye kadar tattıklarımız, O’nu daha fazla tadabilmemiz için bizi daha da iştahlandırmalıdır. O’na yakın olmanın verdiği tat, O’ndan ayrılıp uzaklaşma düşüncesine karşı büyük bir korku yaratmalıdır.

Ç. İnanlının Yeni Evi ve Kâhinliğindeki Ayrıcalıkları (2:4-10)

2:4   Petrus önceki ayetlerdeki teşvik edeci sözlerini bırakarak, şimdi imanlının yeni evindeki (inanlılar topluluğundaki) ve yeni kâhinliğindeki ayrıcalıklarını sıralamaya başlıyor.

Mesih, yeni düzenin merkezidir. Bu nedenle O’na geliyoruz. Petrus konuyu binalar ve binaları oluşturan taşlar üzerine kurduğundan, Rabbimiz’in mecazi olarak bir taş olarak tanıtılmasına şaşırmıyoruz. O, cansız ve hareketsiz bir taş değil, diri taştır. O, yok edilemez bir yaşamın gücüne göre yaşayan Kişi’dir (İbr.7:16).

Her ne kadar inanılmaz gibi gelse de O, insanlar tarafından reddedilmiştir. Basit ve ileriyi göremeyen insanlar, hayatlarını kendi aptalca, bencilce ve amatörce kurdukları planlara göre yaşarken, kendi Yaratıcıları ve Kurtarıcıları’na hayatlarında yer vermezler. Handa İsa için bir yer nasıl bulunamadıysa (Luk.2:7), onların yüreklerinde de İsa için yer yoktur!

Ama önemli olan, insanın ne düşündüğü değildir. Tanrı’nın gözünde seçkin ve değerli olan tek kişi, Rab İsa’dır. O, sadece uygun bir taş olarak değil, aynı zamanda kaçınılmaz, yani tamamen gerekli olan bir taş olarak seçilmiştir. O’nun Tanrı’nın önündeki değeri asla ölçülemez. İsa’nın değeri, hiçbir zaman ölçülemeyecek kadar büyüktür!

Eğer Mesih’in bedenini geliştirmek için kullanılmak istiyorsak O’na gelmemiz gerekir. Mesih’in bedenini geliştirmek için uygun oluşumuzun tek nedeni, O’na olan bağlılığımızdır. Ancak O’nun yüceliğine hizmet ettiğimiz sürece değerliyiz.

2:5   Ruhsal bir tapınak, Mesih’e iman edenlerin oluşturduğu bir konuttur ve bu nedenle de inanlılar topluluğu (kilise) ile aynı anlama gelir. İnanlılar topluluğunun Tanrı’nın Eski Antlaşma’daki tapınağına benzer olduğu noktalardan birisi, bunun Tanrı’nın yeryüzünde bulunduğu (oturduğu) yer olmasıdır (1Kr.6:11-13; Ef.2:22). Bununla birlikte bu konut, güzel ama cansız ve yok olabilen maddelerden oluşturulan fiziksel ve elle tutulabilir tapınak ile karşılaştırılmaktadır. İnanlılar topluluğu yaşayan diri taşlar tarafından oluşturulan bir yapıdır.

Konu birden ruhsal bir konuttan, bu konut içerisinde işlerliğini sürdürmekte olan kutsal bir kâhinliğe çevriliyor. Mesih inanlıları yalnızca bu konutu oluşturan diri taşlar değil, aynı zamanda kutsal birer kâhindirler. Peygamber Musa’nın ruhsal yasasına göre kâhinlik sadece Levi soyuna ve Harun evine verilmişti. Bunun dışında kalan soylardan hiç kimse kâhin olamazdı. Böyle olduğu halde, kâhinler bile Tanrı’nın huzuruna belli bir gün dışında çıkamazlardı. Tanrı’nın huzuruna yılda sadece bir kez olmak üzere Yom Kippur denen Günahları Bağışlatma Günü’nde yalnızca başkâhin yaklaşabilirdi. Bunu yapabilmesi için de Rab tarafından olayla ilgili olarak belirlenen bir dizi kuralı yerine getirmesi gerekirdi.

Yeni ruhsal düzende bütün inanlılar kâhindirler ve Tanrı’nın huzuruna her an yaklaşabilirler. Onların görevi, Musa’nın yasasında belirlenen hayvan ve tahıl sunusuna karşılık olarak, ruhsal kurbanlar sunmaktır. Yeni Antlaşma kâhinlerinin ruhsal kurbanları şunlardır:

  1. Bedeni Tanrı’ya diri, kutsal, Tanrı’yı hoşnut eden birer kurban olarak sunmak. Çünkü ruhsal tapınma budur (Rom.12:1).
  2. Övgü kurbanları. “O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesi” olan övgü ve şükranlar (İbr.13:15).
  3. İyi iş kurbanları. “Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur” (İbr. 13:16).
  4. Paylaşma kurbanları. “Sizde olanı başkalarıyla paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur” (İbr.13:16).
  5. Hizmet kurbanları. Elçi Pavlus uluslar arasında verdiği ruhsal hizmeti bir kâhin olarak yerine getirdiğini söylüyor (Rom.15:16).

Bu tür kurbanlar İsa Mesih aracılığıyla Tanrı’nın beğenisini kazanır. Tanrı’ya yalnızca Aracımız olan İsa Mesih aracılığıyla yaklaşabiliriz. Sunduklarımızı Tanrı’nın beğenisini kazanacak duruma ancak O getirebilir. Yaptığımız hiçbir şey –tapınmamız ve hizmetimiz– mükemmel değildir ve günahla lekelenmiştir. Ama Baba’ya ulaşmadan önce İsa Mesih’in elinden geçerler. O bütün günahları kaldırır ve işlerimiz Baba’ya ulaştığı zaman mükemmel ve beğenilir bir duruma gelirler.

Eski Antlaşma döneminde yaşayan bir başkâhin, başına, üzerinde “RAB’BE ADANMIŞTIR” yazan altın bir plaka takardı (Çık.28:36-38). Bizim başkâhinimiz İsa da, kurbanlarımızda ortaya çıkabilecek herhangi bir insansal hatayı düzeltmek için bizim uğrumuza başında kâhinin sarığını taşımaktadır.

Bütün imanlıların kâhin olması, her bir Mesih inanlısı tarafından anlaşılması, inanılması ve sevinçle uygulanması gereken bir gerçektir. Bu kâhinlik suiistimal edilmemelidir. Her ne kadar bütün imanlılar kâhin olsalar da, her kâhinin toplulukta öğretip vaaz etme yetkisi yoktur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken birtakım noktalar vardır:

  1. Kadınların ders verip erkeğe egemen olmasına izin yoktur. Onlar sakinlik içinde dinlemelidirler (1Ti.2:12).
  2. Konuşacak erkekler, “Tanrı’nın sözlerini iletir gibi” konuşmalıdırlar (1Pe. 4:11). Yani, Tanrı’nın kendilerinden istediği şeyleri söylediklerine emin olmalıdırlar.
  3. İnsan bedeninin her uzvunun kendisine özgü işlevleri olduğu gibi, her inanlının da çeşitli armağanları vardır (Rom.12:6; 1Ko.12:7). Ama her armağan topluluk önünde konuşmayı gerektirmez. Herkesin müjdeci, önder ya da öğretmenlik hizmeti verebilecek özel bir hizmet armağanı yoktur (Ef.4:11).
  4. Her imanlı, Tanrı’nın kendisine verdiği armağanı alevlendirmelidir (2Ti. 1:6). Eğer bu armağan vaaz etmek ya da öğretmek şeklindeyse, o zaman topluluk içerisinde bu kişiye bu armağanını kullanması için fırsat verilmelidir.
  5. İmanlıların kâhinliği konusu 1.Korintliler 14:26’da etkin bir şekilde görülmektedir: “Öyleyse ne diyelim, kardeşler? Toplandığınızda her birinizin bir ilahisi, öğretecek bir konusu, bir vahyi, bilmediği dilde söyleyecek bir sözü ya da bir çevirisi vardır. Her şey topluluğun gelişmesi için olsun.”

Aynı bölümde, topluluktaki düzeni ve gelişmeyi sağlamak amacıyla, armağanların topluluk içerisindeki kullanılışları sırasında dikkat edilecek bir dizi sınırlayıcı önlem vardır. Mesih inanlılarının evrensel kâhinlik özelliği, yerel topluluklardaki düzensizlikleri haklı çıkarmak amacıyla kullanılmamalıdır.

2:6   Petrus bu ayette köşe taşı olan Mesih’e geri dönüyor. Yeşaya 28:16’dan alıntı yaparak, Mesih’in köşe taşı olarak üstlendiği görevin, Kutsal Yazılar’da önceden bildirilmiş olduğunu gösteriyor. Tanrı, Mesih’in bu benzersiz yeri alacağını, O’nun seçkin ve değerli bir taş olduğunu ve O’na kesin bir şekilde güvenebileceğimizi söylüyor. O’na iman eden asla utandırılmayacaktır!

Bu ayette, köşe taşı 2 diye çevrilen sözcük, en azından üç ayrı şekilde anlaşılmakla birlikte, her biri aynı geçerlilik ve güçle Rab İsa’ya işaret eder:

  1. Çağdaş mimarlıkta kullanılan köşe taşı, yapının köşelerinden birinin temeline yerleştirilir ve bu taş iki duvarı birbirine bağlar. Bu taş, bütün binanın üzerine kurulacağı temeli oluşturur. Tek gerçek temel (1Ko.3:10-11), iman eden Yahudi ve diğer ulusları bir yapıdaki iki duvar gibi birbirine bağlayan (Ef.2:13-14) İsa Mesih’tir.
  2. Bazı uzmanlar bu taşın bir kemerdeki kilit taşı olduğunu düşünürler. Bu taş, kemeri tamamlar ve bütün yapıyı ayakta tutar. Rabbimiz bu tanımlamaya tıpatıp uymaktadır. O, kemerdeki en üst taştır ve O olmadan yapının gücünden veya bütünlüğünden söz edemeyiz.
  3. Üçüncü görüşe göre bu taş, bir piramitte yapının en üst noktasına koyulan baş taştır. Yapıda bu konumda bulunan tek taş odur. Bu taşın şekli piramidin şeklini de belirler. Piramidin tamamı hazırlanmadan bu taş kullanılamaz. O, yapıya yerleştirilecek son taştır. Aynı bunun gibi, Mesih de inanlılar topluluğunun baş taşıdır ve tamamen benzersiz bir Taş’tır. İnanlılar topluluğu kendi özyapısını O’ndan alır. O, tekrar geldiği zaman bu yapı tamamlanmış olacaktır.

İsa seçkin ve değerli bir taştır. Seçilmiştir, yani Tanrı O’nu en büyük saygınlığı alsın diye seçmiştir. Değerlidir, çünkü O’nun gibisi yoktur.

O’na iman eden hiç utandırılmayacak. Özgün metinde bu ayet şöyle geçer: “Ona güvenen yenilmeyecek” (Yşa.28:16). Bu ikisini birleştirecek olursak önümüze şu harikulade vaat çıkacaktır. Buna göre, köşe taşı olarak Mesih’e sahip olanlar, utançtan ve aşırı telaştan kurtulacaklardır.

2:7   Bir önceki ayette Rabbimiz diri bir taş, reddedilen bir taş, değerli bir taş ve köşe taşı olarak tanıtılmıştı. Şimdi ise Petrus bu sözcüğü kullanmasa da, O’nu bir tür mihenk taşına benzetiyor. Mihenk taşı, bildiğiniz gibi, bazı madenlere sürüldüğünde madenin gerçek olup olmadığını ortaya çıkarır.

İnsanlar Kurtarıcı ile karşı karşıya geldiklerinde kişilikleri hemen ortaya çıkıverir. Nasıl insanlar olduklarını İsa’ya karşı olan tutumlarıyla açıkça gösterirler. O, yani İsa, gerçek inanlılar için çok ama çok değerlidir. İmansızlar ise O’nu reddederler. İnanlı bir kişi İsa’sız bir yaşamın kendisi için ne anlama geldiğini gözünün önünde canlandırarak, O’nun ne kadar değerli olduğunu bir parça da olsa anlayabilir. Dünyanın bütün zevk ve sefaları, Mesih ile dolu bir hayatın bir dakikasıyla bile karşılaştırılamaz! “Göze çarpıyor on binler arasında… Tepeden tırnağa güzel” (Ezg.5:10, 16).

Peki imansızlara ne olacak? 3 118. Mezmur’un yazarı bu taşın yapıcılar tarafından reddedileceğini, ama sonradan köşenin baş taşı olacağını önceden söylemişti.

Süleyman’ın tapınağının yapılışıyla ilgili olarak bugüne kadar anlatıla gelen ve bu ön bildiriyi mükemmel bir şekilde betimleyen bir efsane vardır. Tapınağın yapımında kullanılacak taşlar, ilk önce yakınlarda bulunan taşocaklarında önceden hazırlanmış, sonra da gerektiğinde, küme küme binanın yanına taşınmışlar. Bir gün taş ocağında çalışan işçiler, inşaat yerine büyükçe ve benzeri olmayan başka bir taş göndermişler. Ustalar bu taşı yerleştirebilecekleri uygun bir yer göremediklerinden, taşı kaldırıp dikkatsizce tepeden aşağıya, arkaya bir yerlere yuvarlamışlar. Zamanla bu taşın atıldığı yerde otlar ve dikenler çıkmış ve taşı örtmüş. Tapınağın yapımı sonlara yaklaşırken, ustalar belirli bir büyüklükte bir taşın gönderilmesini söylemişler. Taş ocağında çalışanlar, “Biz o taşı uzun zaman önce gönderdik!” demişler. En sonunda, uzun ve dikkatli aramalardan sonra taşı bulup tapınaktaki uygun yere yerleştirmişler.

Bunun ne anlama geldiği oldukça açıktır: Rab İsa yeryüzüne ilk gelişinde kendisini İsrail ulusuna göstermişti. İnsanlar ve özellikle o dönemin yöneticileri kendi planlarında İsa’ya yer vermediler ve O’nu reddederek çarmıha gerilmesi için Romalı valiye teslim ettiler.

Ama Tanrı O’nu ölümden dirilterek göklerde, Kendi sağına yüceltti. Reddedilen bu Kişi yeryüzüne ikinci defa geldiği zaman kralların Kralı ve rablerin Rabbi olarak gelecek. İşte o zaman bütün ulusların önünde, köşenin baş taşı olarak ilan edilecektir.

2:8   Petrus konuyu bu ayette mihenk taşı ve köşenin baş taşı olarak tanımlanan Mesih’ten, sürçme taşı ve tökezleme kayası olan Mesih’e doğru yönlendiriyor. Peygamber Yeşaya, O’nun iman etmeyenler için bir sürçme taşı ve tökezleme kayası olacağını bildirmişti (Yşa.8:14-15).

Bu sözler İsrail ulusu tarihinde harfi harfine gerçekleşmiştir. Yahudiler, bekledikleri Mesih geldiği zaman O’nun nereden geldiğini ve yaşadığı basit hayatı kabul etmek istemediler ve rahatsız oldular. Onlar siyasal bir önder ve askerî bir kahraman bekliyorlardı. En inandırıcı delillere rağmen, O’nu vaat edilen Mesih olarak kabul etmediler.

Bu gerçek sadece Yahudiler’le son bulmuyor. İsa’ya Rab ve Kurtarıcı olarak iman etmeyen herkes için O, sürçme taşı ve tökezleme kayasıdır. İnsanlar O’nunla karşılaştıklarında ya diz çöküp tövbe edecek ve böylece iman ederek kurtulacaklar; ya da O’nu kabul etmeyip sürçerek cehenneme gideceklerdir. Kendileri için kurtuluş olabilecek gerçek, şimdi onların mahkûm edilmelerinin nedeni olmuştur. İnsanlar orta yollu bir görüş sahibi olamazlar. Herkes İsa’yla ya Kurtarıcısı ya da Yargıcı olarak karşılaşacaktır.

İmansızlar, Tanrı’nın sözünü dinlemedikleri için sürçerler. Peki bu neden kaynaklanmaktadır? İnsanlar Rab İsa’ya inanmalarını engelleyen herhangi bir şeyden dolayı değil, Tanrı’nın sözüne bile bile itaat etmedikleri için sürçerler. Sorun, kişinin iman etmeyi isteyip istemediğidir. İnsanlar kurtulmuyorlarsa, bunun nedeni kurtulmak istememeleridir (Yu.5:40).

Sekizinci ayetin son kısmında yer alan, “Sürçmek üzere belirlenmişlerdir” sözü, onların Tanrı’nın sözünü dinlememek için seçildiklerini belirtmektedir. Gerçekten bu kişiler, Tanrı’nın sözünü dinlememek üzere mi belirlenmişlerdir? Hayır, bu ayetin öğrettiği sadece şudur: Tanrı’nın sözünü isteyerek dinlemeyenlerin sürçmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktur. Onlar sürçmek üzere belirlenmişlerdir (atanmışlardır) sözü, bundan önceki tümcenin bütünüyle bağlantı içindedir: İmansızlar Tanrı’nın sözünü dinlemedikleri için sürçerler. Tanrı, Rab İsa’nın önünde diz çökmeyi reddeden herkesin sürçeceğini ezelden belirlemiştir. Eğer bir kişi imansızlığında diretirse, o zaman sürçmek ve tökezlemek için belirlenmiş demektir. Söz dinlemeye isteksiz olmak, sürçmeyi daha işin başındayken kesinleştirmek anlamına gelir.

2:9   Petrus bu ayette inanlının ayrıcalıklarına geri dönüyor. İnanlılar seçilmiş bir soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus ve Tanrı’nın öz halkıdır. Tanrı bu ayrıcalıkları Kendisine itaat edecek olduklarında İsrail ulusuna da vaat etmişti:

“Şimdi sözümü dikkatle dinler, antlaşmama uyarsanız, bütün insanlar içinde öz halkım olursunuz. Çünkü yeryüzünün tümü benimdir. Siz benim için kâhinler krallığı, kutsal ulus olacaksınız” (Çık.19:5-6).

İsrail, imansızlığı nedeniyle Tanrı’nın vaadini anlamadı ve böylece Yahudi ulusu Tanrı’nın halkı olarak tutmuş olduğu yeri kaybetti. Bugünkü çağda ise İsrail’in itaatsizlik nedeniyle kaybettiği ayrıcalıklı yeri Mesih inanlıları topluluğu doldurmaktadır.

İmanlılar seçilmiş bir soydur. Tanrı onları daha dünyanın kuruluşundan önce Mesih’te seçmiştir (Ef.1:4). Mesih inanlıları, aynı atadan gelen dünyasal bir soy değil, ruhsal olarak birbirlerine benzerlik gösteren göksel bir halktır.

İnanlılar aynı zamanda Kral’ın kâhinleridirler. Bu, ikinci bölümde sözü edilen ikinci bir tür kâhinliktir. 5’inci ayette, imanlılar Tanrı’ya ruhsal kurbanlar sunan kutsal kâhinler olarak tanımlanmıştı. Şimdi ise Kral’ın kâhinleri oldukları ve bu şekilde Tanrı’nın erdemlerini ilan ettikleri bildirilmektedir. İmanlılar kutsal kâhinler olarak tapınmak için imanla göklerin sunağına girerler ve Kral’ın kâhinleri olarak dünyaya dağılıp tanıklık ederler. Kâhinlikteki bu farka, Pavlus ve Silas’ın Filipi’deki tutuklanışları örnek olarak gösterilebilir. Pavlus ve Silas, kutsal kâhinler olarak Tanrı’yı gece yarısı ilahilerle yüceltmişler; Kral’a ait kâhinler olarak da zindancıya Kurtuluş Müjdesi’ni vaaz etmişlerdi (Elç.16:25-31).

İnanlılar kutsal bir ulustur. İsrail’in kutsallık aracılığıyla diğer uluslardan farklı bir ulus olması Tanrı’nın isteğiydi. Ama İsrail ulusu çevrelerindeki tanrısız ulusların günahlı yollarına uydular. Böylece İsrail geçici olarak Tanrı’nın kutsal ulusu olmaktan çıkartılarak, yerine Tanrı’nın şimdiki kutsal ulusu olan imanlılar topluluğu getirildi.

Son olarak inanlılar Tanrı’nın (gözbebeği sayılan) öz halkıdır. Onlar Tanrı’ya eşsiz bir şekilde bağlıdırlar ve O’nun için çok özel bir değere sahiptirler.

9’uncu ayetin son kısmı, Tanrı’nın yeni soyu, kâhinleri, ulusu ve halkı olan inanlıların sorumluluğunu dile getiriyor. Bizler, bizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmalıyız. Bir zamanlar hepimiz günah ve utanç karanlığında yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Muhteşem bir kurtarış aracılığıyla O’nun sevgili Oğlu’nun egemenliğine aktarıldık. Karanlık, can sıkıcı ve boğucu bir özellik taşıdığı gibi, ışık da aydınlatıcı bir özellik taşır. Bizim için bunları yapan Tanrı’yı yüceltmeliyiz.

2:10   Petrus bu bölümü Hoşea kitabına başvurarak kapatıyor. Tanrı, Peygamber Hoşea’nın acıklı aile hayatını örnek vererek, İsrail ulusu üzerine yargının geleceğini duyurmuştu. Tanrı Kendisine karşı itaatsizlik ve sadakatsizlik eden halkına bir daha acımayacağını ve onların artık Kendi halkı olmayacağını söylemişti (Hoş.1:69). Ama İsrail tamamen bırakılmayacaktı. Çünkü Rab ileride bir gün İsrail’in yeniden ayağa kalkacağını vaat ediyordu:

“Onu ülkede kendim için ekeceğim, merhamete ermemiş olana acıyacağım, halkım olmayana, ‘Halkımsın’ diyeceğim; onlar da bana, ‘Tanrım’ diyecekler” (Hoş.2:23).

Petrus’un bu mektubu yazdığı kişilerden bazıları İsrail ulusundan geliyordu. Şimdi ise inanlılar topluluğunun birer üyesi ve Tanrı’nın halkı olmuşlardı. Öte yandan Mesih’e iman etmeyen Yahudiler ise inatçılıkları yüzünden Tanrı tarafından bir yana bırakılmış durumdaydılar.

Petrus Rab’be gelen Yahudiler’e baktığında, Hoşea 2:23’ün kısmen gerçekleştiğini görüyordu. Onlar Mesih’te Tanrı’nın halkı olmuş ve merhamete erişmişlerdi. Kurtulan bu bir avuç Yahudi, Hoşea aracılığıyla vaat edilen bu bereketleri, İsrail ulusundan çok daha önce tadıyorlardı.

Hiç kimse Petrus’taki bu ayete bakarak, Tanrı’nın İsrail ulusu ile olan ilişkisini tamamen kesmiş olduğunu düşünmemelidir. Aynı zamanda Tanrı’nın İsrail ulusuna verdiği vaatlerin bu çağda inanlılar topluluğu için geçerli olduğunu da kabul edemeyiz. İsrail ve inanlılar topluluğu, birbirlerinden ayrı ve kendine özgü özellikleri olan kavramlardır. Bu ayrımı görebilmek, söz konusu peygamberliği yorumlama konusunda en önemli noktalardan birisini oluşturur.

İsrail, İbrahim peygamberin çağrılışından, Mesih’in gelişine kadar geçecek süre boyunca Tanrı’nın yeryüzündeki seçilmiş halkıydı. Mesih çarmıha gerildiğinde, Yahudi ulusunun isyan ve imansızlıkları doruğa ulaşmıştı. İşte bu günahları nedeniyle, Tanrı onları belirli bir zaman için Kendi halkı olmaktan çıkardı. Onlar bugün Tanrı’nın eski çağlardaki halkıdır; ama seçmiş olduğu halk değildir.

İçinde bulunduğumuz çağda Tanrı’nın yeni bir halkı var: İnanlılar topluluğu. İnanlılar topluluğu çağı, Tanrı’nın İsrail ile olan ilişkisinde bir parantez görevi görmektedir. Bu parantez kapandığı, yani inanlılar topluluğu göğe alındığı zaman, Tanrı İsrail ile olan ilişkisine yeniden başlayacaktır. O zaman iman eden İsrail ulusu yeniden Tanrı’nın halkı olacaktır.

Bugün Hoşea’nın bu ön bildirisinin gerçekleşmesini hâlâ bekliyoruz. Bu ön bildiri Mesih’in ikinci gelişinde gerçekleşecektir. Kendi Mesih’ini reddeden ulus, “Bana, yani deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak, ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı çekecek” (Zek.12:10). İşte o zaman tövbe ve iman eden İsrail merhamete kavuşacak ve bir kez daha Tanrı’nın halkı olacaktır.

Petrus’un 10’uncu ayette yaptığı açıklama şudur: İsa Mesih’e iman eden Yahudiler Hoşea’nın ön bildirisinin gerçekleştiğini gördükleri halde, iman etmeyen Yahudiler Tanrı’dan hâlâ uzakta ve kopuk yaşamaktadırlar. Bu ön bildiri, “Kurtarıcı’nın Siyon’dan geleceği” ve “Yakup’un soyundan tanrısızlığı uzaklaştıracağı” zamanda gerçekleşecektir (Rom.11:26).

II. İNANLININ İLİŞKİLERİ (2:11 – 4:6)

A. Bir Yabancı Olarak Dünyayla İlişkisi (2:11-12)

2:11   1.Petrus Mektubu’nun geri kalan bölümlerinin büyük kısmında, bir Mesih inanlısının davranışlarındaki belirleyici unsurlardan söz edilir. Petrus inanlılara bu dünyada yabancılar ve konuklar gibi olduklarını ve bu gerçeğin bütün ilişkilerine yansıması gerektiğini hatırlatır. İnanlılar bu dünyada yabancıdırlar. Yani, yabancı bir ülkede yaşayıp o ülkenin vatandaşlarının haklarına sahip olmayan kişilere benzerler. Yine, inanlılar yeryüzünde konukturlar. Yani, kalıcı bir yerleri olmayan, herhangi bir yerde geçici olarak yaşamak zorunda kalan insanlara benzerler. Göçmendirler, konukturlar, gariptirler! Şu eski ilahi bize bu dünyada göçmen (garip) olduğumuzu bakın nasıl hatırlatıyor:

Ben burada ancak garip yaşarım,
Göktedir benim vatanım, göktedir benim vatanım.
Dünyayı harabe gibi görürüm,
Göktedir benim vatanım, göktedir benim vatanım.
Yurduma çabuk ulaşmak isterim,
Evet, durmadan isterim, evet durmadan isterim.
Dünya denen çölde seyahatteyim,
Gökte yurdumu bulayım, gökte yurdumu bulayım.
Son boru sesiyle yüce düğüne,
Alınışımı beklerim, alınışımı beklerim.
Bir bakışla değiştirecek beni,
Gökteki Rab’bim, güveyim, gökteki Rab’bim, güveyim.
Dünyada çektiğim elem bitecek,
Yurdumda rahat edeyim, yurdumda rahat edeyim.
Tahtın önünde tüm mukaddeslerle,
Beyaz kaftanım olacak, beyaz kaftanım olacak.
O güzel izzet tacını takayım,
Yurdumda rahat edeyim, yurdumda rahat edeyim.
Ta ki o gün son sevinçli düğünde,
Ebedî taçlar takayım, ebedî taçlar takayım.
İzzetimi Kral’ın önüne atıp,
O’na secde edeceğim, O’na secde edeceğim.
          — Yazarı belirsiz

Ne yazık ki, bu tür ilahilerin inanlı topluluklar arasında artık hemen hemen hiç söylenmediğini görüyoruz. İnanlı toplulukların hem dünyanın gidişine uyup, hem de yaşamadıkları, tecrübe etmedikleri gerçekleri ilahilerinde söylemeleri ikiyüzlülük değil midir?

Cana karşı savaşan benliğin tutkulardan kaçının şeklindeki uyarıyı okuduğumuzda aklımıza hemen cinsel günahlar geliyor. Oysa burada belirtilmek istenen şeyler daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Örneğin: Aşırı derecede yemek, sigara ve içki tutkunluğu, bedeni aşırı bir uykuyla doyurmak, mal mülk biriktirmeye heveslenmek, dünyasal zevk ve sefaları arzulamak gibi, Tanrı’nın isteğiyle uyuşmayan aşırı arzular. Bütün bunlar bizim ruhsal yaşamımız karşısında tehdit unsuru oluşturmaktadırlar. Bunlardan herhangi birisi Tanrı’yla olan ilişkimizi engelleyerek ruhsal gelişimimizi durdurabilir.

2:12   Yalnızca bedensel tutkulara karşı kendimizi disiplin etmekle kalmayıp, aynı zamanda inanmayanlar (Grekçe: “uluslar”) arasında olumlu 4 bir yaşam da sürmeliyiz. Bu dünyanın gidişine uymamalıyız. Hiçbir şey yapmasak bile, yine imansızlar tarafından eleştirilebiliriz. Erdman diyor ki:

Petrus’un bu mektubu yazdığı dönemde Mesih inanlılarına, putlara tapmadıkları için dinsiz; o zamanın yaygın günahlarını işlemedikleri için ahmak ve sofu; göksel bir Kral’a tâbi olduklarını iddia ettikleri için de yönetimlere karşı itaatsiz ve asî insanlar diyorlardı. 5

Bu eleştirilerin önüne geçemeyiz. Ama her ne durumda olurlarsa olsunlar, inanlılar, imansızların eline Rab’bi ve diğer inanlıları eleştirecekleri bir koz vermemelidirler. Gelebilecek her tür iftira, iyi ve örnek davranışların devamlılığıyla bertaraf edilmelidir. O zaman sizi eleştirip suçlayanlar, Tanrı’yı, kendilerine yaklaştığı gün yüceltmek zorunda kalacaklardır.

Tanrı’nın… yaklaştığı gün, Rab’bin ya lütufla ya da yargıyla yaklaştığı gündür. Bu terim İncil’de, Luka 19:41-44’te de geçmektedir. Orada İsa Yeruşalim için ağlamaktadır, çünkü Mesih’in sevgi ve merhametle geldiğini fark etmemiştir. Buradan şu anlamlar çıkarılabilir:

  1. Tanrı lütfunun kendilerine yaklaştığı ve onların kurtulacağı gün;
  2. Kurtulmamışların Tanrı önünde duracakları yargı günü.

Tarsuslu Saul, birinci yorumu çok uygun bir şekilde betimlemektedir. İstefan’ı suçlayanlar arasında Saul da bulunmaktaydı. Ancak, İstefan’ın iyi işleri ve etkili tanıklığı bütün karşı duranları alt etmişti. Tanrı, Tarsuslu Saul’a Şam yolunda görünmüştü. O zaman Saul tıpkı İstefan gibi Tanrı’yı yüceltti ve Mesih’in doluluğuyla iman hayatını çevresindekilere yansıtmak ve böylece diğer insanları etkilemek için hizmetine başladı. Jowett şöyle yazıyor:

Doğru bir yaşam, insanın düşüncelerini yüce Tanrı’ya yöneltmelidir. Bu kişiler Tanrı’yı tanıdıklarında, O’nunla ruhsal bir ilişkiye girebileceklerdir. Evet, onların Mesih’e kazandırılmaları gerekiyor. Etkili ve görkemli sözlerle değil, yaşam biçimimizin ve davranışlarımızın ışığıyla kazandırılmaları gerekmektedir. Soylu bir hayatın etkili lütfuyla ‘akılsızların cahilliklerini susturmalıyız’. İşte onların bu şekilde suskunlukları, kutsallaşmaya yönelik bir hayata atacakları ilk adım olacaktır. 6

İkinci yoruma göre, iman etmeyenler Tanrı’yı yargı gününde yüceltmek zorunda bırakılacaklardır. O zaman ortaya sürebilecekleri herhangi bir mazeretleri de olmayacaktır. Çünkü, bu kişiler yalnızca Müjde’yi duymakla kalmadılar, aynı zamanda bunu imanlı akrabaları ve komşularının hayatlarında da gördüler. İşte o zaman Tanrı, Kendi ruhsal çocuklarının kusursuz davranışları aracılığıyla suçsuz çıkacaktır.

B. Bir Vatandaş Olarak Devletle İlişkisi (2:13-17)

2:13   Bundan sonraki beş ayet, bir Mesih inanlısının yönetimle olan ilişkileri üzerinde durmaktadır. Buradaki en önemli kelime bağımlı olmaktır (tâbi olmak, boyun eğmek). Nitekim, bağımlı olmamızla ilgili uyarı, bu mektupta dört kez geçmektedir:

  • Vatandaşlar yönetime bağımlı olmalıdırlar (2:13).
  • Hizmetkârlar efendilerine bağımlı olmalıdırlar (2:18).
  • Karılar kocalarına bağımlı olmalıdırlar (3:1).
  • Genç imanlılar ihtiyarlara bağımlı olmalıdırlar (5:5).

Lyall şöyle diyor:

İmanlıların, kendilerine işkence eden, eleştiren ve küçümseyenlere vereceği en iyi yanıt, kusursuz yaşanan bir hayat, eleştirilecek yön bırakmayan bir tutum ve iyi bir vatandaşlıktır. Özellikle boyun eğme konusu tamamen Mesih’e benzerliği gösteren üstün bir erdemdir. 7

Yeryüzündeki bütün yönetimler Tanrı tarafından kurulmuştur (Rom.13:1). Yöneticiler Tanrı’nın hizmetkârlarıdırlar (Rom.13:4). Yöneticiler Mesih’e inanan kimseler olmasa da, Tanrı’nın atadığı kişilerdir. Bu kişiler diktatör ve zalim kimseler olsalar bile, onların yönetimi yönetimsizlikten daha iyidir. Yönetimden tamamen yoksun olmak anarşi ortamıdır ve hiçbir toplum anarşik bir ortamda varlığını sürdüremez. Bu nedenle herhangi bir yönetim, yönetimsizlikten, düzensizlik ve kargaşalıktan daha iyidir. İmanlılar, insanlar arasında yetkili kılınmış her kuruma Rab adına bağımlı olmalıdırlar. Böyle yapmakla, Rab’bin isteğini yerine getirip O’nu hoşnut etmiş olurlar. Bu öğretişe göre, ülkeyi kim yönetirse yönetsin, o kişi ya da kişilere boyun eğmemiz gerekmektedir. Yöneten Neron bile olsa, buradaki öğretiş ona boyun eğmemiz gerektiğini bildirmektedir.

2:14   Boyun eğmemiz yolunda verilen bu buyruk, yalnızca baştaki yöneticileri değil, aynı zamanda onların görevlendirmiş olduğu kişileri de kapsamaktadır. Çünkü onlar kötülük yapanların cezalandırılması ve yasalara uyanların onurlandırılması için Tanrı tarafından görevlendirilmişlerdir. Her ne kadar hükümet görevlilerinin yasalara uyanların onurlandırılması yönünde bir çalışmaları olmasa da bu, bir Mesih inanlısının itaat etmesi yönündeki sorumluluğunu ortadan kaldırmaz! Tarihçi Arnold Toynbee şöyle bir gözlemde bulunuyor: “İlk günah insan yaradılışında kalmaya devam ettiği sürece, Sezar’ın işi kolay olmayacak.”

Tabii, bunun zaman zaman istisnaları olacaktır. İtaatin gerekli olmadığı zamanlar da vardır. Dünyasal bir yönetim bir inanlıya, Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta açıklanan isteklerine ters düşen bir şey yapmasını şart koşacak olursa, o zaman inanlı, yönetime itaat etmemelidir. Böyle bir durumda, insanlardan çok Tanrı’nın sözü dinlenmelidir (Elç.5:29). İnanlı, bu itaatsizliği nedeniyle cezalandırılacak olursa, bu cezaya cesaretle katlanmalıdır. Bir Mesih inanlısı her ne koşulda olursa olsun, yönetime karşı ayaklanıp onu devirmeyi düşünmemelidir.

Kutsal Kitap’ı kaçak yollarla eski Komünist ülkelere sokanlar, teknik olarak o ülkenin yasalarını çiğnemiş olsalar da, dünyasal herhangi bir yönetimin yasalarından önce Tanrı’nın yasasına itaat etmektedirler. Bu yüzden ayetlere göre yasaya karşı suçlu değildirler.

Diyelim ki, yasalar bir Mesih inanlısının askerlik yapmasını zorunlu kılıyor. Bu inanlı, bu yasaya itaat edip eline silah almak zorunda mıdır? Bu kişi eline silah almakla Tanrı’nın yasalarını çiğneyeceğini düşünüyorsa, o zaman geri hizmetlerde yer alabilmesi için gerekli her yola başvurmalıdır. Bütün bu çabalarının başarısız olması durumunda, bu durumun getireceği güçlüklere de göğüs germeye hazır olmalıdır.

Mesih inanlılarının birçoğu askerlik hizmetini kaçınılacak bir şey olarak görmez. Bu, herkesin kişisel kararına bağlıdır. Bu nedenle herkes bu konuda özgür olmalı ve kimse kimseyi askerlik yapıp yapmama konusunda zorlayarak etkilememelidir.

Mesih inanlısının oy kullanması ve politikayla uğraşması konusundaki sorular ayrı bir gruba girmektedir. Hükümet kimseyi zorla seçim sandığına götürmediğine ve kimse sizi zorla seçtirmediğine göre, burada bir itaat ya da itaatsizlik söz konusu değildir. İmanlılar Kutsal Kitap’ta belirlenen yaşam biçimi ve vatandaşlık konularındaki ilkeler doğrultusunda hareket etmelidir. Bu noktada da bizimkinden farklı olan görüşlere özgürlük tanımalı, her insanın olayları bizim gördüğümüz gibi görmesinde ısrar etmemeliyiz.

2:15   İmanlıların, eleştirilere herhangi bir fırsat vermeyecek ölçüde saygınlık ve kusursuzluk içerisinde yaşamaları Tanrı’nın isteğidir. Mesih inanlıları örnek yaşayışlarıyla, akılsızların bilgisizliğini susturmalıdırlar.

Mesih inanlıları ve Mesih inancı, akılsızların bilgisizliği nedeniyle sürekli saldırıya uğramaktadır. Bu bir üniversitede olabileceği gibi, bir laboratuarda, bir kahve köşesinde ya da bir kürsüde de olabilir. Petrus, böylesine yıkıcı saldırılara karşı verilebilecek en iyi yanıtın, kutsal bir yaşam sürmek olduğunu söylüyor.

2:16   Özgür insanlar olarak yaşayın. Bulunduğumuz ülkede kölelik ya da baskı altında yaşamamız gerekmez. Çünkü, her şeyden önce Rab tarafından özgür kılındık. Öte yandan, Rab tarafından özgür kılınmış olmamız, günah işlemek konusunda da özgür olduğumuz anlamına gelmez. Özgürlük, her türlü günahı rahatça işleyebilmek değildir. Özgürlüğün kapsamı içerisinde yasasızlık bulunmaz. Bu nedenle özgürlüğümüzü kötülük yapmak için bahane etmemeliyiz. Günahla sonuçlanan bir itaatsizlik, yapmacık ruhsal bir bahaneyle asla doğru çıkarılmaya çalışılmamalıdır. Dinsellik giysileriyle örtülmüş bir günah, Mesih’in adına herhangi bir yarar sağlamayacaktır.

Tanrı’nın kulları olarak yaşarsak, yönetimdeki görevlilerle olan ilişkilerimiz de rayına oturacaktır. O’nun lütfu altında yaşamalı, her durumda O’na itaat etmeli ve her şeyi O’nun yüceliği için yapmalıyız. Çünkü en iyi vatandaş, Rab’bin hizmetkârı olarak yaşayan bir inanlıdır. Ne yazık ki, yönetim tarafından görevlendirilmiş birçok kişi, İncil’e iman edip itaat eden gerçek Hıristiyanların aslında kendilerinin en iyi dostu olduklarını fark edebilmiş değildir.

Tanrı’nın kulları terimine dikkat edin. F.B. Meyer şöyle yazıyor: “Tanrı bizim iğrenç diyerek bir yana attığımız kavramları eline alarak, onları bizim ulaşmak istediğimiz en soylu hedeflerimiz oluncaya kadar Kendi ışığında parlatır.” 8

2:17   İnsan ilişkilerinin hiçbirisi inanlının sorumluluk alanı dışında bırakılamaz. Bu yüzden Petrus, inanlının bütün sorumluluğunu şu dört kısa buyrukta açıklamaktadır:

Herkese saygı gösterin. İnsanların söz ya da davranışlarını her zaman saygıyla karşılayamasak da, her bir canın bütün dünyadan daha değerli olduğunu hatırlayabilir, her insanın Tanrı’nın benzerliğinde yaratılmış olduğunu görebiliriz. Şunu aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamamız gerekir ki, Rab İsa Mesih yeryüzündeki en değersiz insan için de kanını akıtmış, canını vermiştir.

İmanlı kardeşlerinizi sevin. Her kim olursa olsun, bütün insanları sevmeliyiz. Ama özellikle ruhsal ailemizin üyelerini sevmemiz gerekiyor. İşte bu sevgi, Tanrı’nın bize olan sevgisini anımsatmaktadır ve hak etmediğimiz türden bir sevgidir. Bu sevgi, sevgisiz yaşayanlara kadar ulaşır, hiçbir karşılık beklemez ve ölümden güçlüdür.

Tanrı’dan korkun. Bu ancak O’na, gücü her şeyin üstünde olan Rab olarak büyük saygıyla yaklaşmakla olur. O halde, O’nu yüceltmek öncelikli görevimiz olmalıdır. O’nu hoşnut etmeyecek bir şey yapmaktan ve O’nu diğer insanlara yanlış tanıtmaktan çekinmeli ve korkmalıyız.

Krala saygı gösterin. Petrus bu ayette son bir hatırlatma yaparak yöneticiler konusuna geri dönüyor. Yöneticilerimize toplumun düzenini sağlamak için Tanrı tarafından görevlendirilen yetkililer olarak saygı göstermemiz gerekmektedir. Buna göre, “…vergi hakkı olana vergi, gümrük hakkı olana gümrük, saygı hakkı olana saygı, onur hakkı olana onur” vermemiz gerekir (Rom.13:7). Bir Mesih inanlısı herhangi bir ülkede yaşayabilir. Ancak, yaşadığı ülkenin yasaları Rab İsa Mesih’e olan bağlılığından taviz vermeye zorluyorsa, bu kişi o zaman yönetime itaat etmemeli ve her ne olursa olsun İsa Mesih’e olan imanından vazgeçmemelidir.

C. Bir Hizmetkâr Olarak Efendisiyle İlişkisi (2:18-25)

2:18   Yeni Antlaşma’nın hizmetkârlara, krallara verdiğinden daha fazla buyruk vermiş olması önemlidir. Birinci yüzyıldaki imanlıların birçoğu başkalarının buyruğu altında çalışan hizmetkârlardı. Kutsal Yazılar da Mesih inanlılarının çoğunun toplumun orta ya da aşağı tabakasından geldiklerini göstermektedir (Mat.11:5; Mar.12:37; 1Ko.1:26-29’a bakınız).

Bu ayet evlerde çalışan hizmetkârlara hitaben yazıldığı halde, buradaki ilkeler tüm çalışanlara uyarlanabilir. Buradaki buyruk, tam bir saygıyla efendiye boyun eğmektir. Herhangi bir toplum ya da kuruluş içerisinde bir tarafta yetki, öte tarafta da o yetkiye itaat olması, hayatın gerçeklerinden biridir. Bir hizmetkârın efendisine tâbi olması tamamen kendi yararınadır. Yoksa işini kaybedip işsiz kalabilir. Ama bir Mesih inanlısının boyun eğmesi çok daha önemlidir. Burada önemli olan, bir inanlının ne kadar kazandığı değil, tanıklığının bu tutuma dayanıyor olmasıdır.

İtaat, işverenin huyuna göre değişmemelidir. İyi ve yumuşak huylu bir işverene herkes kolayca boyun eğebilir. İmanlıların daha öteye gitmeleri, ters huylu ve çekilmez patronlara da saygılı olup boyun eğmeleri gerekmektedir. Böyle bir tutum, bir Mesih inanlısına yaraşan ve onu diğerlerinden ayıran bir davranıştır.

2:19   Haksız yere elem çeker ve buna sabırla katlanırsak Tanrı’yı hoşnut etmiş oluruz. Haksızca davranışlara alçakgönüllülükle katlandığımızda, Mesih’in kişiliğini yansıtmış oluruz. Bu insanüstü yaşam tarzı da Tanrı’nın onayını kazanır.

2:20   Yaptığımız hatalar yüzünden çektiğimiz elemler övgüye değer bir erdeme sahip değildir. Gerçekten de böyle kişisel hatalar nedeniyle çekilen acılar Tanrı’ya hiçbir yücelik getirmez. Böyle akılsızca çekilen elemler ne bizi bir Mesih inanlısı olarak gösterebilir, ne de başkalarını Mesih’e iman etmeleri yönünde etkileyebilir. Önemli olan iyilik yapıp elem çekmek ve buna katlanmaktır. Bu öylesine insanüstü, öylesine farklı bir özelliktir ki, insanların günahlarını yüzlerine çarpar. Bu, umarız ki onların kurtuluşa kavuşmalarını sağlar.

2:21   İnanlıların doğruluk uğruna haksızca elem çekmeleri düşüncesi, bizi bu konuda en büyük örneğimiz olan Rab İsa’ya götürmektedir. İnsanlık tarihinde hiç kimse O’nun kadar haksızlığa uğramamış, O’nun kadar alçaltılıp ezilmemiştir.

Bizler de O’nun başkalarının hataları yüzünden elem çekerken takındığı tutumu takınmaya çağrıldık. Buradaki örnek kelimesi, mükemmel bir yazı ustasının kaleminden çıkan orijinal bir yazının kopyası anlamındadır. Orijinal bir metinden kopyalama yapan birini düşünelim. Kopya tamamlandığı zaman, kopya yazılar da orijinal gibi çok güzel görünürler. Ama kopya orijinalden biraz uzaklaştırıldığı zaman, kopya daha kötü bir görünüm kazanır. Bunun gibi, bizim güvenliğimiz de orijinale yakın olmamızdadır.

2:22   Rabbimiz Kendi günahları nedeniyle elem çekmedi. Çünkü o tamamen günahsızdı. O, “Günahı bilmeyen”di (2Ko.5:21). Bu ayette, “O günah işlemedi” diye yazılmaktadır. Yine, 1.Yuhanna 3:5’de, “O’nda günah yoktur” denilmektedir.

O’nun ağzından hiçbir zaman hileli söz çıkmadı. Hiçbir zaman yalan söylemedi ve gerçeği gizlemeye çalışmadı. Lütfen bunu biraz düşünün. Bu Kişi bir zamanlar bu dünyada yaşamıştı. Bu öyle bir kişiydi ki, tamamen dürüst, hile ve aldatıcılıktan uzak bir yaşayışı vardı.

2:23   İsa eleştiri ve sövgüler karşısında sabırlıydı. Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi. Suçlandığı zaman karşılık vermez, kendisini savunmazdı. O, Kendisini haklı çıkarma hevesinden tamamen uzaktı. İsmini bilmediğimiz bir yazar şu satırları yazmıştır:

Hiçbir neden olmadan kendimizi yargılanmış görmek ve bunun karşısında hiç ses çıkarmamak, en derin ve en gerçek alçakgönüllülüğün göstergesidir. Haksız yere suçlanıp aşağılandığımızda sessizliğimizi koruyabilmek, Rabbimiz’i en soylu biçimde taklit etmek demektir. O’nun hiçbir zaman hak etmediği acıları çektiğini anımsadığımızda, kendimizi savunup haklı çıkarmaya çalışan duygularımıza ne diyeceğiz?

Acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi. O’nun ağzından hoş olmayan ve tehditkâr bir söz çıkmadı. O’nu suçlayanlar, bu sessizliğini belki de bir zayıflık olarak görmüşlerdi. Ama bunu kendileri denemiş olsalardı, aslında bunun zayıflık değil, doğaüstü bir güç olduğunu göreceklerdi.

Hiçbir şey yapmamış ya da söylememiş olduğu halde, böylesine haksız ve çirkin saldırılara dayanmasını sağlayan neydi? O, davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bıraktı. Bizler de aynısını yapmaya çağrıldık:

Sevgili kardeşler, kimseden öç almayın; bunu Tanrı’nın gazabına bırakın. Çünkü şöyle yazılmıştır: “Rab diyor ki, ‘Öç benimdir, ben karşılık vereceğim.’” Ama, “Düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın.” Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen (Rom.12:19-21).

2:24   Kurtarıcı’nın çektiği acı sadece örnek alınması için değil, aynı zamanda günahın getirdiği suçluluk ve cezayı ortadan kaldırmak içindi. Bu açıdan O’nun çektiği acıların aynısını çekmemiz mümkün değildir. Zaten Petrus’un da söylemek istediği şey bu değil. Tersine, işlenen konu kanımca şu yönde gelişmekte: Kurtarıcı’nın çektiği acılar kendi günahları nedeniyle değildi. Çünkü O’nda hiçbir günah yoktu. O, çarmıha bizim günahlarımız için gerildi. O, birçoklarının günahını yüklenmek için bir kez ve tüm çağları kapsayacak şekilde acı çektiğine göre, bizim bu günahlar için acı çekmemiz gerekmez. O’nun günahlar için ölmüş olması, bizim de günahlar karşısında ölmemizi gerektirir. Yalnızca günaha ölmemeli, aynı zamanda doğruluk uğruna yaşamalıyız.

O’nun yaralarıyla şifa buldunuz. Buradaki yaraları sözcüğü, özgün dilde tekil, yani “yarası” olarak kullanılmıştır. Bu, O’nun bedeninin kırbaçlanmaktan dolayı baştan aşağı yara olduğu anlamına gelebilir. Bizim şifa bulmamız, Kurtarıcı’ya bu kadar büyük acılara mal olmuşsa, bu durum karşısında bizim günaha karşı nasıl bir tutum takınmamız gerekmektedir? Theoderet şu yorumda bulunuyor: “Yeni ve ilginç bir şifa yöntemi. Acıyı doktor çekmiş, hasta da şifa bulmuştur.”

2:25   Tövbe edip Rab’be gelmeden önce yolunu şaşırmış koyunlar gibiydik: Kayıptık, dikenler bizi yaralamıştı ve bu yaralar kanıyordu. Petrus’un yolunu şaşıran koyunlardan söz etmesi, Yeşaya 53’üncü bölümden alınan altı referanstan sonuncusudur:

 

a. 21 “Mesih… uğrunuza acı çekerek…” Yşa.53:4-5’e bakınız
a. 22 “O günah işlemedi, ağzından hileli söz çıkmadı” Yşa.53:9’a bakınız
a. 23 “Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi” Yşa.53:7-9’a bakınız
a. 24 “Günahlarımızı çarmıhta, kendi bedeninde yüklendi” Yşa.53:4, 11’e bakınız
a. 24 “O’nun yaralarıyla şifa buldunuz” Yşa.53:5’e bakınız
a. 25 “Yolunu şaşırmış koyunlar gibiydiniz” Yşa.53:6’ya bakınız

Kurtulduğumuz zaman Çoban’a – koyunları uğruna canını veren iyi Çoban’a (Yu.10:11); uğrunda kanını döktüğü sürüsünü hiç yorulmadan tatlı bir şekilde güden Çoban’a; ve yakında sürüsünü göklerdeki yeşil otlaklara götürmek için ortaya çıkacak olan ve bir daha kendisinden asla ayrılmayacağımız Baş Çoban’a geri dönüyoruz.

Rab’be dönmek, canlarımızın Gözetmeni’ne 9 geri dönmek demektir. Bizler ilk yaratıldığımızda O’na aittik, ama sonra günah nedeniyle kaybolduk. Şimdi ise O’nun yüceliğine geri döndük ve artık sonsuzluklar boyunca esenlik ve güvenlik içerisinde olacağız.

 

Kutsal Kitap

1 Bu nedenle her kötülüğü, hileyi, ikiyüzlülüğü, kıskançlığı ve bütün iftiraları üzerinizden sıyırıp atın.
2 Yeni doğmuş bebekler gibi, hilesiz sütü andıran Tanrı sözünü özleyin ki, bununla beslenip büyüyerek kurtuluşa erişesiniz.
3 Çünkü Rab’bin iyiliğini tattınız.
4 İnsanlarca reddedilmiş, ama Tanrı’ya göre seçkin ve değerli olan diri taşa, Rab’be gelin.
5 O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle, İsa Mesih aracılığıyla Tanrı’nın beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kâhinler* topluluğu olursunuz.
6 Çünkü Kutsal Yazı’da şöyle deniyor: “İşte, Siyon’a* bir taş, Seçkin, değerli bir köşe taşı koyuyorum. O’na iman eden hiç utandırılmayacak.”
7 İman eden sizler için bu taş değerlidir. Ama imansızlar için, “Yapıcıların reddettiği taş Köşenin baş taşı,” “Sürçme taşı ve tökezleme kayası oldu.” İmansızlar Tanrı’nın sözünü dinlemedikleri için sürçerler. Zaten sürçmek üzere belirlenmişlerdir.
8 (SEE 2:7)
9 Ama siz seçilmiş soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı’nın öz halkısınız. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz.
10 Bir zamanlar halk değildiniz, ama şimdi Tanrı’nın halkısınız. Bir zamanlar merhamete erişmemiştiniz, şimdiyse merhamete eriştiniz.
11 Sevgili kardeşler, size yalvarırım, cana karşı savaşan benliğin tutkularından kaçının. Çünkü bu dünyada yabancı ve konuksunuz.
12 İnanmayanlar arasında olumlu bir yaşam sürün. Öyle ki, kötülük yapanlarmışsınız gibi size iftira etseler de, iyi işlerinizi görerek Tanrı’yı, kendilerine yaklaştığı gün yüceltsinler.
13 İnsanlar arasında yetkili kılınmış her kuruma -gerek her şeyin üstünde olan krala gerekse kötülük yapanların cezalandırılması, iyilik edenlerin onurlandırılması için kral tarafından gönderilen valilere Rab adına bağımlı olun.
14 (SEE 2:13)
15 Çünkü Tanrı’nın isteği, iyilik yaparak akılsızların bilgisizliğini susturmanızdır.
16 Özgür insanlar olarak yaşayın, ancak özgürlüğünüzü kötülük yapmak için bahane etmeyin. Tanrı’nın kulları olarak yaşayın.
17 Herkese saygı gösterin. İmanlı kardeşlerinizi sevin, Tanrı’dan korkun, krala saygı gösterin.
18 Ey hizmetkârlar, efendilerinizin yalnız iyi ve yumuşak huylu olanlarına değil, ters huylu olanlarına da tam bir saygıyla bağımlı olun.
19 Haksız yere acı çeken kişi, Tanrı bilinciyle acıya katlanırsa, Tanrı’yı hoşnut eder.
20 Çünkü günah işleyip dövüldüğünüzde dayanırsanız, bunda övülecek ne var? Ama iyilik edip acı çektiğinizde dayanırsanız, Tanrı’yı hoşnut edersiniz.
21 Nitekim bunun için çağrıldınız. Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu.
22 “O günah işlemedi, ağzından hileli söz çıkmadı.”
23 Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bıraktı.
24 Bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi. O’nun yaralarıyla şifa buldunuz.
25 Çünkü yolunu şaşırmış koyunlar gibiydiniz, şimdiyse canlarınızın Çobanı’na ve Gözetmeni’ne döndünüz.

1. Bazı İngilizce metinlerde “kurtuluşa kavuşasınız diye” şeklinde geçmektedir. Bu durumda böyle bir ifade, kurtuluş güvencesine bazı şüpheler getirebilir.

2. Yeni Antlaşma Grekçe’sinde, lithon (taş) ile akrogoniaion (köşenin baş) kelimeleri birleştirildiğinde “köşenin baş taşı” anlamını vermektedir.

3. Buradaki “imansızlar” kelimesi aynı zamanda “itaat etmeyenler” anlamına da gelir. Çünkü İncil’e inanmak, İncil’e itaat etmek anlamına geldiğine göre, bu her ikisindeki anlam hemen hemen aynıdır.

4. Türkçe çevirilerde geçen “olumlu, örnek ya da yararlı” kelimelerinin Grekçe orijinali kalos kelimesidir. Anlam olarak “soylu, sevimli ve güzel” demektir. İngilizce’ye Grekçe’deki bu kökten geçen calligrapy kelimesi, güzel yazım demektir ki, bu da Türkçe’ye “hattatlık” olarak çevrilmektedir.

5. Charles R. Erdman, The General Epistles, s.66.

6. Jowett, Redeemed Family, s.88, 89.

7. Leslie T. Lyall, Red Sky at Night, s.81.

8. F.B. Meyer, Tried by Fire, s.91

9. Grekçe’deki episkopos sözcüğü Türkçe’ye nazır, gözetmen ya da gözetici olarak çevrilmektedir.